Dede Efendi yerine Yeşilçam klasik oldu
Kanuni Fatih Erdaş ve udi Ersin Ersavaş’ın 13 yıl önce bir metro istasyonunda başlayan arkadaşlıkları Saray Sesleri isimli albümü doğurdu. Dijital platformlardan dinlenebilecek olan bu albümde 16. ve 17. yüzyıl klasik eserlerini farklı ritimlerle birlikte meraklılarına sunuyorlar. Klasik müziğin güncel yorumunun nasıl olması gerektiğini konuştuğumuz ikiliden Ersin Ersavaş, “Bugün Yeşilçam müzikleri klasik eser sayılıyor. Dede Efendi’den kimsenin haberi yok. Gerçek klasikleri gündeme getirmemiz gerekiyor. Biz de bu albümle klasik müziğimize sahip çıkmaya çalışıyoruz. Yaptığımız Don Kişot’luk aslında” diyor.
Saray Sesleri - Palace Sounds isimli albümle klasik müziğimize yeni bir soluk katıyorsunuz. Albüm fikri nasıl ortaya çıktı?
Fatih Erdaş: Bir Ramazan ayında beraber programlara giderken bu fikir ortaya çıktı. Klasik eserlerin icrası sırasında insanlar çok sıkılıyorlar. Kısıtlı bir meraklısı var. Herkese hitap etmiyor, çok az alıcısı var.Oysa ikimiz de klasik eserleri icra ettiğimiz bir okuldan mezun olmuştuk. “Acaba bu müziği biz nasıl daha geniş kitlelere dinletebiliriz?” dedik. “Üzerinde ufak denemeler yapalım” diyerek başladık. Ramazanın ilk gününde çiçek dikmek bir adettir. Biz de bir ramazan gününde ortaya çıkan fikirle bir tohum ekmiş olduk. Ortaya albüm çıktı.
METRODA KANUN ÇALARKEN TANIŞTIK
Nasıl tanıştınız peki?
Ersin Ersavaş: Biz uzun zamandan bu yana beraber çalıyoruz. 13 senedir tanışıyoruz. İstanbul metrosunda Fatih bir eseri icra ederken ben önünden geçtim ve gidip tanıştım.
F.E.: Ben metroda kanun çalarken Ersin geldi, tanıştık. “Bu eseri çok hızlı geçiyorsun” dedi. Biraz sohbet edince onun İTÜ, benim de Ege Üniversitesi’nde konservatuardan aynı bölümden mezun olduğumuzu, benzer şeyler üzerine çalıştığımızı fark ettik. Sonra yavaş yavaş samimi olduk.
E.E.: İstanbul çok kozmopolit bir yer. Burada herkes ve her şey birleşebiliyor.
F.E.: Zaten malum kanun ve ud kardeş sazlar. Bizim de metroda başlayan arkadaşlığımız, başka bir serüven ortaya çıkarmış oldu.
Saray Sesleri’nde klasik müziğe biraz ritim katıyorsunuz. Bu tepki çekecek midir?
F.E.: Muhtemelen öyle olacaktır. Çok klasik düşüncelerde olan insanlar hoş karşılamayabilir. Ancak bizim çaldığımız eserler 16. yüzyıldaki eserler. Bu müziklerin olması gereken icrasına ait bir kayıt yok elimizde. Üstatların anlattıklarıyla ilerliyoruz. Eskiden kalma birkaç edvar var ama onlar bile bize yakın dönem sayılır. Ama genel bir bilgi, ağır ve yavaş olması gerektiğiyle ilgili.
MELODİ BOZULMUYOR
Peki klasiğin güncele uyarlamasında nasıl bir yol izlenmeli?
F.E.: Ana hatlarını, geleneksel olan kısmını bozmadan sadece yardımcı ritimler koyarak yapılabilir. Biz de bunu yaptık. Bu bütün müzik türlerinde yapılabilir. Örneğin Bach’ın bir eserini caz versiyonu şeklinde çalınabilir. Benim de böyle dinlediğim albümler var. Yıllardır yapılıyor bunlar. Bunları beğenmeyenler, sıkıntılı bulanlar yok değil. “Bu müzik böyle olmaz” diyorlar. Ama bizim uygulamamız da melodi bozulmuyor, sadece yanına destek ritimler geliyor.
E.E.: Müzik kayıt sistemleri ve gelişen teknoloji günümüzde eskiye oranla çok daha farklı. Son 5-6 yılda ben de kendim bu yönde çalışmalar yapmaya başlamıştım. Fatih’in dediği bu gibi enstrümantal yani sözüz eserler. Benim fikrim aslolan müziğin kendisidir. Evrensel olan o dur. Söz uçar. Bugün bir anlama gelen yarın farklı bir anlama da gelebilir. Ama melodi ve o meldonin yarattığı titreşim her zaman aynı kalır. Hissiyat değişmez. Aradan yüzyıllar geçse de bu böyledir.
ÜSTATLARIMIZIN SÖZÜNDEN ÇIKMADIK
Bu eserler üzerinde nasıl bir değişiklik söz konusu oldu?
E.E.: Bu enstrümantal eserlerin dili tamamen başka bir dil. Aslolan icrayı bozmadan bunlara ritim kattık. Günümüzde bir şeyi empoze ederken, aktarırken aslını bozma durumumuz olabiliyor. Modernleşsin tamam ama DNA’sını da bozulabiliyor işin. Biz de bu noktaya kafa yorduk. İcrayı bozmadan günümüz dünyasında duyduğumuz ritim seslerini, efektleri ekleyerek biraz aranje ettim. Tekrardan buna farklı bir anlayış sunuyoruz demiyoruz. İcrada değişen bir şey yok, sadece destekleri var.
F.E.: Ali Ufki nasıl icra ettiyse, aynı şekilde biz de icra ettik. Farklı üstatlarımızın elinde olan kayıtları vardı. Onu bozmadan bu albümde bir araya getirdik. Hayat ritim üzerine kurulu. Bu ritimlerin eklenmesini önemsedik. Müzikte ritimi değiştirdiğiniz zaman her şey değişir. Hababam Sınıfı müziğinin yavaş çalındığında hüzünlü, hızlı çalındığında eğlenceli bir hale gelmesi gibi basit bir örnekle anlatabiliriz bunu. Klasik eserlerde üstatlar icracının kendinden bir şey katmasını istemezler. Biz de bunu bozmadık. Yanına eklemeler yaptık.
KLASİK MÜZİĞE AYNA TUTTUK
Daha iyi anlamak için bir pencere açmak diyebilir miyiz buna?
E.E.: Pencere açayım derken cereyanda kalmamak gerek ama bir ayna tutmak gibi diyebiliriz. Bu eserler üzerine çalışmaya bir albüm yapmak maksadıyla başlamadık. Süreç içinde bu icraların yeni ritimlerle nasıl olacağını denedik. Nasıl olur, olur mu olmaz mı diye düşündük. Sonuç hoşumuza gidince de albümleştirmeye karar verdik.
F.E.: Zamanla içimizde pişti bu icralar. Konumuz zaten ağır. O nedenle sürece yayılmasını önemsedik.
DON KİŞOTLUK YAPIYORUZ
Klasik müzikten uzaklaşmamız, ağır bulmamız...Bu kırılma ne zaman yaşandı?
E.E.: Ülkemizde 1960’lara kadar radyo dinleyicisi olan kırsaldaki insanlar bile klasik müziğin ana hatları biliyordu. O tarihlerden itibaren sonra akademide bile bu klasik müzik erozyona uğruyor. Klasikle aramıza mesafe konuluyor. Kültür erozyonu denilen şey tam olarak budur. Kendi klasik müziğimiz hakkında yapılan iyi araştırmalar genellikle yabancı araştırmacılar oluyor, bu oldukça üzücü. Bugün Yeşilçam müzikleri klasik eser sayılıyor. Dede Efendi’den kimsenin haberi yok. Gerçek klasikleri gündeme getirmemiz gerekiyor. Biz de bu albümle klasik müziğimize sahip çıkmaya çalışıyoruz. Yaptığımız aslında Don Kişot’luk.
Buna benzer çalışmalar yapanlar var mı?
F.E.: Bu eserleri bu şekilde yorumlayan isimler yok. Çünkü bu eserler çok fazla dinlenen, tercih edilen eserler değil. İcracıların bile bu eserlerden sıkıldıkları olur. Ağır çalınması gereken eserlerdir ve geleneği bozmamak adına da üzerinde çalışmaya cesaret edemezler. Halbuki Tamburi Cemil Bey’in icraların da kendi döneminde yeni sayılan ritimler vardı. Şu an onun icrası klasik oldu. Onun zamanında da bir klasik müzik vardı ve o zaman Tamburi Cemil Bey’in bu yeniliklerine tepkiler gelmişti. “Böyle olmaz, sen bunları çok hızlı çalıyorsun” deniliyordu kendisine. Aslında biz de bugün onun yaptığını yapıyoruz. Yani klasiğe yeni bir yorum getiriyoruz.
Cd kayboluyor dijital yaşıyor
Albümü dijital bir platformda yayınladınız. Klasik eserlere yeni ritimler ekleyen bir albümün dijital olarak yayınlanmasını nasıl okumak gerekiyor?
E.E.: Teknoloji müzik sektörü için de yadsınamaz bir gerçek. Özellikle dijital platormlarda artık çok büyük bir pazar olduğunu söyleyebiliriz. Yaptığınız müzik türünün de önemi yok bu platformlarda. Ben de yaptığım tüm kayıtları bu platformlara eklemeye çalışıyorum. Çünkü her tür müzik burada meraklısını bulabiliyor. Dijital platformda bir albüm çıkarmayı ben önemsiyorum. Birilerinin yurtdışından gelip veya yurtiçinden sadece özel etkinliklerde bu eserlerin icralarını dinlemesiyle, dijital platformlarda hızlıca erişebilmesi arasında fark var. Yurtdışından insanların gelip, bu eserleri öğrenip bize aktarmasına gerek yok.
F.E.: Ben daha önce, farklı arkadaşlarla albümler yaptım. CD’li, klasik anlamda bir albümdü. Ama bu şekilde bir verim alamadık. Neden? Çünkü CD’de kaldı. Albümün aranjörü olan arkadaş daha sonraki yıllarda ufak isim değişiklikleriyle bu albümü de dijital platfomlara yükledi ve dinlenme sayısıyla dünya sıralamasında önemli bir yer edindi. Dünyaya açılma noktasında, global platformlarda olmak gerekiyor. Klasik müziğimizin de buralara olması gerek.
Bu albüm klasiğe yönlendirecek
E.E.: Tabi ki genele hitap ediyor.F.E.: Biz bu icrayı beğendik. Bu klasik eserlerin dinlenilebilirliğini de arttıracak bir çalışma olduğuna inanıyoruz. Günümüz insanının hoş olmasa da ‘uyutan’ diye tabir ettiği bu eserleri farklı bir biçimde sunduk. Bu da onun dinlenilebilirliğini artırmış olacak. Ben örneğin klasik eserlerin caz yorumlarını dinledikten sonra onların orijinal icralarını da dinledim. Çünkü merak ettim nasıl olduklarını.
Şan azamet İsfahan
Eserlere verdiğiniz isimleri neye göre karar verdiniz?E.E.: Albümün adı Saray Sesleri. Burada eserlerin sıralamasında bir bütünlük var. Hepsinin bir ismi var. Bunun yanında kimisinde şan var, kimisinde azamet var, kimisinde de İsfahan var. Ne anlatmaya çalışıyorsa eserlere de o ismi verdik ve bir bütüne ulaşmaya çalıştık. Bugünün insana sadece ‘saz semaisi’ olarak sunmaktansa somutlaştırmamız gerekiyordu. Biz de isim vererekbunu yaptık.
F.E.: Bir eser vardır. Ona Sultan-ı Yegah Sirto deriz. İnsanlar bu parçanın adının sultan-ı yegah olduğunu sanar, ancak bu makamıdır. Sirtoda da oyun havasında bir müzik olduğunu gösterir. Sadece saz eseri demek maalasef olmuyor, bir isimle sunmamız gerektiğini görüyoruz.